Soğuk kışlarında rüzgarın dudakları kanattığı bir ülkede doğmuştu küçük kız.
Hepinizin tahmin ettiği gibi o bir prensesti,
Beyaz teninde iri kara gözleri kömür gibi parlıyordu.
Erkek kardeşlerin içinde periler gibi salınacak diye düşünen babasını,
Narin bir hanımefendi olacak diyen annesini utandırmıştı.
Büyüdükçe ondan ne bir hanımefendi ne de salınan bir prenses olmayacağı belli olmuştu.
Belki de 7 çocukları içinde en haylazıydı.
O yazın geç gelip erken gittiği kurak bir ülkede doğmuştu.
Ama ülke verimli toprakları olmasa da madenleri, taş ocakları ile zengindi.
Mutlu çocukluğu 8 yaşına geldiğinde artık kederle tanışıp bitmeye hazırdı.
Her gün yaptığı gibi yataktan fırlamıştı , odasının penceresini coşkuyla açıp ciğerlerine dolu bir hava çekmesiyle öksürmesi bir oldu.
Bu pis ve kötü hava nedir ki diye düşündü?
Hızla giyinip fırladı avluya.
Anlamsızca havayı koklayıp tiksinmiş yüzlerle şaşkın şaşkın birbirlerine bakan insanlarla doluydu dört yanı.
Günlerce sürdü bu ağır ve pis hava, öyle ki artık insanlar alışmıştı bu kokuya ta ki..
Ta ki yer sarsılmaya başlayana kadar.
Çığlıklar, parlayan ışıklar,karanlık gökyüzü!
Tek hatırladığı ejderhanın o ağır nefesiydi!
Çok kısa zamanda ejderha tüm ülkeyi yakıp , insanları bir lokmada yutmuş,evleri bir darbede yıkmıştı.
Küçük prenses son anda babasının onu mahzene fırlatması ile kurtulabilmişti.
Ertesi gün uyandığında çok az insanın sağ kaldığını ailesinin ise yok olduğunu anladı.
Göz yaşları akarken yanağından, çaresiz, umutsuz,yalnız ve terk edilmişlikle eziliyordu küçük kalbi.
O gün bir yemin etti.
Bir daha asla kaybetmeyekti ejderhanın önünde.
Asla bu çaresizliği bir daha tatmayacaktı !
O günden sonra gizliden gizliye kılıç kullanma dersleri almaya başladı ,-evet gizli çünkü o zamanlar kızların kılıç kullanması,savaşması yasakmış, kadınlar sadece evleri çocukları ile ilgilenirlermiş başkada bir şeylere karışmazlarmış- en yakın arkadaşı ona bildiği tüm numaraları öğretti.
Hani bizim küçük prenseste yetenekliymiş, kısa zamanda öğretmenini bile geçmiş.
Babasından yadigar kılıcıyla gün saymaya başlamış,elbet gün gelecek ejderha ile karşılaşacakmış.
Günler geçmiş mevsimler birbirini kovalamış ama ejderhadan eser yokmuş.
Küçük prenses hızla büyümüş güzel bir genç kız olmuş,
Kılıcı hep elinde hazır ama aynı zamanda da evlenmeye de artık niyetliymiş.
Ülkenin delikanlıları gelmiş gitmiş ama o kimseleri beğenmemiş, beğendiklerine de kavuşamamış unutmaya karar vermiş.
Günler geçtikçe ülkede "evde kaldı bu kız "söylentileri almış yürümüş.
Kederlenmiş, kederli günlerin birinde ülkeye uzak diyarlardan uzun boylu kumral yakışıklı bir gezgin gelmiş.
Gezgin kızı görür görmez aşık olmuş.
Kız bu güzel sesli adamdan hoşlanmış ama karar da veremiyormuş.
En çokta bu gezginin umursamaz havası, tasasız oluşu, şairliği ve bilgeliği onu hem korkutuyor hemde kendisine çekiyormuş.
Gel zaman git zaman bilge gezgin sabırla beklemiş,hep etrafında dolanıp kızı kendisine alıştırmayı bilmiş sonunda da kızın kalbini çalmayı başarmış.
Kız diğer prensesler gibi dört başı mamur bir düğün istememiş, hemen oracıkta bir nikah kıymışlar ve evlenmişler.
Gezgin bilge şair kızı alıp uzak mı uzak bir diyara götürmüş.
Bu ülke yemyeşil dağların arasında kurulmuş yüzü denize doğru olan küçük bir ülkeymiş.
İnsanlar burada sakin ve keyifli bir hayat sürüyorlarmış.
Aslında burası cennetten bir parçaymış sanki..
Ve cennetlerine güzeller güzeli bir kız bebek dünyaya getirerek tamamlamışlar mutluluklarını.
İlk zamanlar keyfince gezmiş, gülmüş,eğlenmiş prenses.
İnsanlar çok candan, hava yumuşak, toprak bereketliymiş.
Ama nedense bir zaman sonra içine bir sızı düşmüş prensesin.
Bir şeyleri unutmanın sıkıntısı ama o unuttuğu şeyin ne olduğunu bilememe?
Kimse onun bu sıkıntısına çare olamamış,
Günlerce,haftalarca buruk bir gülümseme ile dolaşmış etrafta.
Ta ki bir sabah uyandığında genzini yakan o pis havayı soluyana kadar!
Evet unuttuğu kendisini hatırlatmayı başarmış;
EJDERHA!
"Ejderhanın pis nefesini nerede olsa hatırlarım, gelmesi eli kulağındadır, hemen hazırlanıp ona karşı savaşalım" demiş gezgin bilge şair kocasına.
Kocası sakin ve dingin, " korkma aşkım, ben yanındayım, sorun yok" demiş.
Bir türlü onları bekleyen tehlikeyi anlatmak istese de anlatamamış,anlatsa da inandıramamış,inandırsa da harekete geçirememiş.
Sonunda bir gün ejderhanın ayak sesleri ile cennet parçası ülke titremiş.
Prenses kocasına koşup ejderhayı göstererek "bak bak geldi,Allahım ne yapacağız şimdi?" demiş büyük bir korku ile.
Gezgin bilge şair kocası" korkma ben onu azar azar besler açlığını bastırırım, böylece kimselere zarar vermez"demiş.
"Hayır, bırak buralardan kaçalım,benim ülkeme gidelim,benim orada kılıcım var, savaşır onu öldürebilirim" demiş prenses.
"Ah küçüğüm,sen artık eski sen değilsin ki, kılıcı kullanmayı unutmuş,çevikliğini kaybetmişsin,savaşamazsın.Ülkende kimse ardından gelmez,yalnız kalırsın.Bu saatten sonra aklından savaşmayı çıkart artık.Sen eski sen olamazsın,yaşlandın kabul et " demiş kocası.
Yüreği burkulmuş prensesin, oysa o içinde hala o coşkulu enerjiyi hissediyormuş,ama boynunu büküp çöküvermiş koltuğa.
Kocası dediği gibi ejderhayı az az beslemiş ama ejderha her seferinde daha fazlasını istiyormuş.
"Ah biraz daha yiyecek hazırlasan karıcım ,işte o zaman onu yer gider" diye söyleniyormuş adam.
Prenseste " onu öyle doyuramazsın,o doymaz ancak ki kılıcımla onun açlığını bastırabilirim,gel gidelim benim ülkeme" diye yanıt veriyormuş.
Gezgin bilge şair kocası da ona "çok istiyorsan sen git biz kızımla burada seni bekleriz, ama ben gelmem" diye yanıt verir olmuş artık.
Sonunda ejderhaya verecek yemekleri kalmamış.İşin kötüsü ejderhada yediklerinden dolayı iyice güçlenmiş.
Bir gece saldırı gerçekleşmiş;
Ejderha kısa sürede dağda ormanı, denizde balığı,evleri,bahçeleri yakıp yıkmış.
Çok insan ölmüş,pek çok insan evsiz kalmış.
Prensesin evi ikinci defadır yıkılmış, yaşadığı acı eskisinden de büyük olmuş.
Ağlamış,yalnızlığına kahretmiş!
Gezgin bilge şair kocasını ardında bırakıp kızını alıp yollara düşmüş.
Bu yol çetin ve zorlu geçmiş.
Zaten ejderhanın saldırısında çok yara aldığı için zor yürüyormuş, pek çok yeri kanıyor, bazı yerleri yanıktan sızlıyormuş.
Yanında dayanabileceği kimsesi yokmuş, güçlü olmalıymış kızı için.
Bu yüzden sızlanmadan uzun ve zorlu yolu geçmiş ülkesine varmış.
Ülkesinde herkes onu coşkuyla sevgiyle karşılamışlar.
Kızını ayrı kendisini ayrı sevmişler,koklamışlar.
Dostları hemen yaralarına merhem sürmüş onu iyileştirmek için koşturmuşlar.
Kendisine gelir gelmez toplaşmışlar başına.
"Eskisinden de güçlüsün"
"Eskisinden de güzelsin"
"Eskisinden de cesursun" demişler.
Onlara tüm olanları anlatmış, nasılda kaderini başka birinin eline verdiğini,nasılda yeminini unuttuğunu,nasılda çaresizce tükendiğini.
Hepsi birden;
"Ağlama,sen hala bizim içimizdeki en güçlü insansın, yaşadıkların seni daha da güçlendirecek göreceksin.Unutma içinde bir cevher var, bizden farklı yapan seni, o seni ışığa götürür.Yapman gereken ne ise onu yap!"
İçlerinde en iyisi, en yüce yüreklisi elini uzatmış
"Kalk benim prensesim, kalk,kılıcını al ve savaş.sana güveniyorum" demiş.
Bu ona yıllar önce kılıç kullanmayı öğreten arkadaşıymış.
Kucaklaşıp birbirlerinden güç almışlar.
El ele kılıcın saklı durduğu mahzene inmişler.
Prenses kılıca elini uzatmış, elleri titriyor ve korkudan tutamıyormuş.
"Kılıç kullanmayı unuttum ben, korkuyorum" demiş
"Kılıç kullanmak unutulmaz prensesim, elinize alınca hatırlar,eski çevikliğinizide bir iki antremanla kazanırsınız.Korkmanız normal,cesarette korkudan gelir" demiş dostu.
Prenses günlerce antreman yapmış, düşmüş, kalkmış ama hiç bırakmamış..
Sonunda dostunun yardımı ile kılıcı eskisinden de iyi kullanmaya başlamış.
Hemen ardında sevenleri ile birlikte ejderhayı öldürmek için yola koyulmuş.
İçinde umudu,korkusu,cesareti ile saldırmış.
Ejderha da çetin cevizmiş, zorlu bir savaş olmuş,
Prenses ancak üç darbede yıkabilmiş düşmanını yere.
Önce sol gözüne nişan almış,sonra diğer gözüne en sonda kalbine!
Prenses ve adamları haklı bir gurur ve emniyet hissi ile geri dönmüşler, tüm halk bayram etmiş.
Bir zaman sonra gezgin bilge şair kocası haber salmış prensese
"Artık gel sevdiğim, kılıç kuşandın,ejderhayı öldürdün, gel gel ki benimde gecem gündüz olsun"
"Sevdiğim bilge adam, artık dönemem. Kollarında huzur ve sevgi buldum,kana kana içtim.Teşekkür ederim.
Ancak benim korkularımı hiç anlamadın, yaralarımın derinliğini göremedin. Ejderhayı küçümsedin.Kılıcı belinde prensesten elinde bez, evin yerlerini ovan bir kadın yarattın. Sevdin ama yüceltemedin. Beklediğim desteği vermedin.Artık geri dönemem. Ejderha öldü bilge kocam, ölürken benimde içimdeki güveni aldı götürdü.Artık sana güvenip kaderimi veremem. Kaderim artık benimdir,seninki de senin.Elveda"
Mektup cennet ülkeye gezgin bilge sair kocaya ulaştığında gözyaşları öfke ve acı ile akmış.Kaybı büyükmüş.
İki ülkede iki insan ayrılıklarına, kayıplarına, olması gerekenle olana ağlamışlar..
Zaman geçmiş prensesin ülkesinde kadınların kılıç sallaması kabul görmüş,desteklenmiş.
Prenses kılıcıyla ülkenin kadınlarına dersler vermiş onları eğitmiş.İlk olarak ta artık büyüyen kızına öğretmiş,
Göktn üç elma düşmüş; biri elinde kılıcı ölmek isteyen anne prensese, ikincisi sakin ülkesinde üzgün yaşayan gezgin bilge şaire,üçüncüsü kılıcıyla dans eden küçük prensese...